Kırkıncı yaşına ülkesinden uzakta, Londra’da giren bir kadın…
İki göz odalı, geçici kiralanmış bir evde,
o sabah da günün ilk ışıkları ile açıyor gözlerini.
Kendi kadar inatçı kanseri onu rahat uyutmadığından mı?
Ölüme inat içinde bir türlü gem vuramadığı o yaşam hızı onu ele geçirdiğinden mi?
Yoksa yazdığı karakterler uyku ile uyanıklık arasında ona musallat olduğu için mi?
Eğer bu kadın Sevgi Soysal ise bu soruların tek bir cevabı yoktur çünkü ihtimaller pek çoktur.
Çoğalmayı seven ve bundan asla korkmayan Sevgi Soysal ona gelen gizemli paketin içinden çıkan kitaplarının sayfaları arasında hem kendi geçmişine hem de memleketin tarihine doğru bir yolculuğa çıkar. Cumhuriyet’in 25. yılından 50. yılına uzanan bu yolculukta arkadaşlığı, yoldaşlığı, aşkı, ısrarı, inadı, isyanı, yokluğu, çokluğu, zulmü, sevinci, kahkahayı, alayı hatırlarken hep ölümün kıyısında dolanacak ama yürümekten hiç vazgeçmeyecektir. Bir kadının nasıl büyüdüğünü ve bir ülkenin nasıl dönüştüğünü hatırlarken hep gerçeklerden geçecektir yolu.
“Uzun ve yorucudur bu yol. Bir insan ömrünün bütün gücünü içerebilir. Hatta karşılığında fiyat olarak hayatınızı isteyebilir. Çünkü gerçeğin kavranması buna karşı olan güçlerle çatışmayı da gerektirecektir. Kavranması mümkün olan, uğrunda ölmeye bile değen tek zorluktur gerçek. Ya gerçeği yazmak? Gelin onun zorluğunu siz düşünün. Ama yazarlığı anlamlı kılan tek şeydir gerçeği yazma çabası…” (Sevgi Soysal, “Gerçeği Yazmak”, Bakmak, (İletişim Yayınları, 2004) s.122)