Hüyükteki Nar Ağacı, traktörün tarıma girmesiyle birlikte işsiz kalan yarıcılar ve mevsimlik işçilerin dramını konu alıyor. Kapitalizmin Çukurova’ya düşen büyük gölgesi, her satırda görünür kılınıyor. Yaşar Kemal’in anlattığı Çukurova dünyasında insan kadar önemli bir yer tutan doğa, çeşitli işlevler gören bir öğedir. Dağları, ovaları, bataklıkları, otları, ağaçları, kuşları, böcekleriyle tüm doğa romanlarında coşkuyla işlenmiştir. Doğa her şeyden önce insanın yaşadığı çevre olarak vardır; kimi zaman yaşamak için boğuştuğu bir düşmandır, kimi zaman bazı ahlaksal değerlerin simgesi olarak iş görür. Kimi zaman da estetik değer kazandıran bir öğedir. Yozlaşma konusunda da aynı koşutluğa tanık oluruz. Doğa da yozlaşır insanla birlikte. Çukurova, cerenlerin, bakır renkli kartalların, kırmızı kuyruklu tilkilerin diyarı iken, kapitalizmden sonra “belalı, sinekli, öldüren çukur” olmuştur.
Geçmiş zaman Çukurova’sının simgesi kartallarken şimdiki Çukurova’nın simgesi sivrisinektir. Eskiye olan özlem insanda yerleşmiş bir duygudur. Eski zamanların şimdiki zamandan daha iyi, daha güzel olduğu inancı tüm dünya edebiyatında sıkça rastlanan bir geçmişe bakış tarzıdır. İnsanın tabiatında vardır eski günleri yüceltmek eğilimi. Başka bir deyişle yozlaşma teması ve geçmişe özlem evrensel bir duygunun ifadesidir.
Kitabın öyküsü ise, Memed, Höyük ve Aşık Ali’nin iş bulma umuduyla Çukurova’ya yola çıkmasıyla başlar. Sağlık sorunları olan Yusuf ve Keklikoğlu’nun çobanı Memed çocuk da eklenince ekip tamamlanır. Belirledikleri ilk hedef büyük Memed’in daha önce ırgatlık yaptığı ve ablam dediği hanımının çiftliğini ziyaret etmek olur. Hanımın çiftliğine gittiklerinde kadın Memed’i tanımazlıktan gelir ve bu durum Memed için tam bir yıkım olur. Çünkü artık, sarı öküzlere, tarım işçilerine, kısacası insan emeğine eskisi gibi ihtiyaç yoktur. İnsanın ekmeğine kan doğrayan, kapitalizm simgesi haline gelmiş traktörler vardır. İş bulma meselesi daha çetrefilli hale gelince Aşık Ali’nin türkülerini dinlemeye başlarız. Yaşar Kemal o kadar kuvvetli bir anlatı gücüne sahiptir ki gerçekten yanıbaşımızdaymış gibi dinleriz. Bu noktada yazarın Köroğlu Destanlarıyla, Anadolu Efsaneleriyle beslenmesinin payı büyüktür. Yusuf’un sağlığının kötüye gitmesiyle beraber, iş bulma umutları da kesilince geri dönmeye karar verirler fakat yaşlı bir kadından Hüyükteki Nar Ağacı ile ilgili övgüler duymaları kararlarını değiştirmelerine neden olur.
Hüyükteki Nar Ağacı’nın tasviri ise bir yarı tanrı niteliğindedir. Birçok derde deva olan, muktedir aynı zamanda kırılabilen, gönül koyabilen bir ağaç. Ağacı arama süreci, büyülü gerçekçilik tarzında yazılmış bir roman okuduğumuzu hissettirir. Yalnız bu noktada bir konuya açıklık getirmek gerekiyor. Bazı Türk yazarları, Batılı yazarlarla karşılaştırılıyor. Bu çok yersiz bir tutumdur kanımca çünkü kıyaslanan kültürle, bizim kültürümüz farklı kaynaklardan beslenir. Örneğin; bizim edebiyatımız her ne kadar Batı’yı örmek alarak başlamışsa bile, beslendiği kaynaklar; Meddah hikayeleri, orta oyunları ve Anadolu efsaneleridir. Yaşar Kemal’in bu konu hakkındaki görüşü ise şöyledir:
‘Ben çocukluğumda ve gençliğimde yalnız Çukurova Bölgesi’nde onlarca Köroğlu anlatıcısına rastladım. Bu Köroğlu destanlarını her usta kendince anlatıyordu, kendisinden bir şeyler katıyordu destana. Ben edebiyata destan anlatıcılarına öykünerek başladım. Gençliğimde hem bir anlatıcı hem bir derleyiciydim. (. .. ) Bir romancı için -eğer o romancı yeni bir roman dili yaratmak gücünde ise- sözlü edebiyat erişilmez bir kaynak olabilir. (. .. ) Benim temelimde ne kadar bir Balzac, Dostoyevski, Gogol, Çehov varsa o kadar da Köroğlu olduğunu sanıyorum.’
Yaşar Kemal
Bu durum Türk edebiyatının temelini oluşturur.
Hüyükteki Nar Ağacı romanının bir özelliği de İnce Memed’i müjdelemesidir. Nar ağacının köklerinin yanında kaldıkları gecenin sabahında, Küçük Memed gözden kaybolur. Sonra İnce Memed olarak karşımıza çıkar. Burada bir konuyla ilgili kişisel kanaatimi belirterek, genel bir görüşe katılıyorum. Şayet Sabahattin Ali bir suikaste kurban gitmeseydi, kuvvetle muhtemel Kuyucaklı Yusuf’un devamı gelecekti ve sabah ortadan kaybolan Küçük Memed, İnce Memed olarak karşımıza çıkmayacaktı. Belki Yaşar Kemal başka bir eşkiya romanıyla karşımıza çıkardı fakat bu İnce Memed olmazdı kanısındayım. Sabahattin Ali, Yaşar Kemal’in İnce Memed romanındaki başarısına ulaşabilir miydi? Bundan emin değilim.
İnce Memed romanı hakkında Berna Moran’ın kıymetli görüşünü burada paylaşmak isterim:
‘Abdi Ağa’yı öldürdüğünü sanan İnce Memed bir gün şu sözlerle açılır arkadaşı Cabbar’a:
“Bir de ne düşündüm biliyor musun Cabbar? (…)
Varacağım Dikenlidüzü’ne. Beş köyün yaşlılarını toplayacağım başıma.
Diyeceğim ki, Abdi Ağa yok artık. Elinizdeki öküzler sizindir. Ortakçılık mortakçılık yok. Tarlalar da sizindir. Ekin, ekebildiğiniz kadar. Ben dağda oldukça da böyle sürüp gidecek. Vurulursam başınızın çaresine bakarsınız. Sonra köylüyü başıma toplayıp, Çakırdikenliği yaktıracağım. Çakırdikenliği yakmadan kimse çift koşmayacak.”
Cabbar gözleri yaşararak:
“İşte bu iyi” dedi. “Ağasız köy! Herkesin kazandığı, herkesin olacak.”
(…)
Bu haberi duyduklarında köylüler sevinçten bayram ederler:
“Herkes ektiği tarlayı, istediği gibi ekecek. Üçte ikisini verme yok gayri.”
“Aç kalmak yok gayri kış ortasında.” “İt gibi yalvarmak yok.”
“Bizim İnce Memedimiz.” (s.314)
İnce Memed’in yaptığı bu toprak reformu birkaç köy için söz konusudur ve bundan ötürü de önemsiz sayılabilir, ama romanı destan boyutlarına doğru çekmek isteyen yazar, Memed’in girişiminin çok önemli sonuçlar doğurabileceğini hissettirir. Birkaç köyde uygulanan bu yeni düzen yayılma tehlikesi gösterecek bir yeniliktir çünkü. Nitekim Abdi Ağa da tehlikeyi sezmiş ve kavramıştır ki İnce Memed bildiğimiz eşkiyaya benzemez. Uyarır Safa Bey’i:
“Bugün banaysa yarın sana. Beni bu korkutuyor işte. Dağda eşkiya mı var, istediği kadar olsun. Eşkiya da nedir ki… Ama bu! Bu korkutuyor beni. Toprak meselesi… Bir aklına düşerse köylünün, önüne geçilmez (…) Bana kalırsa, hemen, gün geçirilmeden ölmeli bu oğlan. Bu oğlan eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürdü” (s.371).
Yaşar Kemal’in soylu eşkiya konusunda gelenekselden ayrıldığı nokta burasıdır. Soylu eşkiya hiçbir zaman geleneksel düzeni değiştirmeyi amaçlamaz; hatta bu bakımdan tutucudur. Onun karşı çıktığı, yerleşmiş kuralları bozan zalim efendilerin başvurdukları haksız uygulamalar, tecavüzler, gelenekte yeri olmayan zorbalıklardır. Yaşar Kemal, İnce Memed’i ütopyacı bir devrimciye dönüştürmekle hem romana çağdaş ekonomik bir sorun getirmiş, hem de İnce Memed’in soylu eşkiya ve romantik hak aşığı kimliklerine bir yenisini eklemiştir.’
Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2
Yazımı, Hüyükteki Nar Ağacı ile ilgili birkaç bilgi daha vererek bitirmek istiyorum:
Yaşar Kemal 31 Ocak 1951’de Hüyükteki Nar Ağacı’nı bitirmiş ve eseri kaybetmiştir. Daha sonra Kadirli’deki annesinin sandığında bulunmuş, ardından amcasının oğlu tarafından 1966’da kendisine getirilmiştir. Eserin ilk beş sayfası kopmuş olmasına rağmen bu sayfalar, yazar tarafından yeniden yazılmıştır. Neredeyse hiçbir değişiklik yapmadan 1982’de yayımlanmıştır.