BİR PSİKANALİST ROMAN YAZARSA…(KAYIP ZAMANIN İZİNDE-SWANN’LARIN TARAFI)

Marcel Proust “Kayıp zamanın izinde” eserini 1908 yılında yazmaya başlamıştır. Ancak bu eserin ana hattı 1893’te “Swann’ın bir Aşkı’nın taslağı” olabilecek nitelikte bir metin yazmasıyla oluşmuştur. Zira, Proust’un yedi ciltlik bu eserinin ilk kitabında Transaksiyonel analiz ve istemdışı bellek kavramları romanın tabanını oluşturmaktadır.

Aslında olayı biraz daha anlaşılır kılmak için istemdışı belleğin ne olduğunu burada açıklamak gerekir. Freud’un deyimiyle gizli bellek bir diğer deyişle örtülü anılar, Proust’un ifadesiyle istemdışı bellek dediğimiz bu kavram, çocukluk anılarımızın yetişkinlik çağımızda imgelerle bilinç düzeyine çıkması olarak ifade edilebilir (1).

İstemdışı bellek ile ilgili en çarpıcı örneğe sayfa 47’de rastlayabiliriz: “Az sonra o kasvetli günün ve iç karartıcı bir yarının beklentisiyle bunalmış bir halde yaptığım şeye dikkat etmeden, yumuşasın diye içine bir parça madlen attığım çaydan bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. Ama içinde kek kırıntıları bulunan çay damağıma değdiği anda irkilerek içimde olup biten olağanüstü şeye dikkat kesildim”…..Sayfa 48’de duygu ve anı bellekle bir araya gelir ve hatırlama işlemi tamamlanır: “Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat, Combray’de pazar sabahları(pazarları Missa saatinden önce evden çıkmadığımdan), Leonie halamın günaydın demeye odasına gittiğimde, çayına yada ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı”.

İstemdışı bellek transaksiyonel analizle bağlantı kurar. Psikanalizci yapıda, şimdiki yaşamımızın, geçmişimizin etkisiyle şekillendiği inancı doğrultusunda yazar, ilk bölümde transaksiyonel analize ufak dokunuşlarla giriş yapmıştır. Dokunuşlarını anne çocuk ilişkisine değinerek biraz daha sertleştirmiş ve esas mevzuya doğru bizi çekmeye başlamıştır.

Transaksiyonel analiz, basit olarak ego durumları üzerinden bilinçaltı ve bilinçüstünü bir araya getiren bir psikanaliz yöntemidir. Peki bu ego durumları nedir? İnsan, hayatı içinde davranışlarıyla bağlantılı üç çeşit ego durumuyla ilişkilidir:

Çocuk ego: Bireyin yaşamla baş etmek üzere kendi potansiyelini işe koşarken, kendisinin oluşturmuş olduğu ve çocukluğundan da izler taşıyan duygu, düşünce ve davranış örüntüleri takımıdır. Bu ego durumundayken, çocuk davranışları sergileriz. İnat yapabiliriz. Asi bir çocuk gibi davranabiliriz. Uzlaşmacı olmayabiliriz. Veya tam tersi uslu bir çocuk olabiliriz. Mantıksızca uslu dururuz.

Yetişkin Ego: Şu andaki gerçeğe uygun olan ve diğer iki kategoriden özerk duygu, düşünce ve davranış örüntüleri takımıdır. Yetişkin egoda aklımızın gerekli gördüğü şekilde davranırız. Uzlaşmacıyızdır. Fiziksel gerçeklere ilişkin objektif verileri toplarız. Bu ego durumu içindeyken problemleri çözeriz.

Ebeveyn Ego: Bireyin yaşamında karşılaştığı ebeveyn figürlerinin duygu, düşünce ve davranış  örüntüleri takımıdır. Bu ego durumunda cezalandırıcı bir anne baba rolüne bürünebiliriz veya koruyucu bir anne baba olabiliriz. ebeveyn egonun temel rotası anne baba rolüne bürünmektir.

Bu ego durumlarına paralel olarak 90’lı yıllarda başlayan ve 2006 yıllarında gelişen Jeffrey Young ve arkadaşları tarafından oluşturulmuş şema terapi yöntemi ile transaksiyonel analiz çok daha fazla geliştirilmiştir. Buna göre insanlar çocukluklarından getirdiği 18 adet şemaya sahiptirler. Bunlar:

1- Terk Edilme Şeması

2- Kuşkuculuk/ Kötüye Kullanılma Şeması

3- Duygusal Yoksunluk Şeması

4- Kusurluluk/Utanç Şeması

5- Sosyal İzolasyon, Tecrit Edilme/ Yabancılaşma Şeması

6- Bağımlılık/ Yetersizlik Şeması

7- Dayanıksızlık Şeması

8- Yapışıklık/ Gelişmemiş Benlik Şeması

9- Başarısızlık Şeması

10- Haklılık/Görkemlilik Şeması

11- Yetersiz Öz denetim Şeması

12- Boyun Eğicilik/Geri Çekilme Şeması

13- Kendini Feda Etme Şeması

14- Onay Arama Şeması

15- Karamsarlık Şeması

16- Duyguları Bastırma/ Aşırı Sorumluluk Şeması

17- Yüksek/Acımasız Standartlar ve Aşırı Eleştirellik Şeması

18- Cezalandırıcılık/ Acımasızlık Şeması (2)

İnsanlarda genelde bu şemaların birden fazlası bulunur. Eseri incelerken Proust’un özellikle üzerinde durmuş olduğu şemaların altını çizdim. Hepsinden ayrı ayrı bahsedeceğim. Şimdi hikayeye geri dönelim.

1. Bölümde anneyle çocuk ilişkisiyle Proust çocukta, 3.bölümde karşımıza çıkacak özellikle terkedilme ve duygusal yoksunluk şemasının tohumlarını atmaktadır.

Burada annenin huzursuz ve güvensiz iyi geceler öpücükleri, Marcel’in annesine hizmetlileri aracılığıyla göndermiş olduğu nota cevap olarak çok geç dönmesi ve dolayısıya anne çocuk arasında kurulan istikrarsız, güvensiz ve çocuğa bakım veren ebeveynin korkuyla çevrili tedirgin bir sevgi ortamı sağlayışının çocukta yarattığı şemayı 3. bölümde Proust net bir şekilde Marcel’in Gilbert ile ilişkisinde gözler önünde sermektedir. Tıpkı annesinin iyi geceler öpücüğünü bekler gibi Gilbert’ı oyun alanında bekleyen bir Marcel vardır 3.bölümde. Sevgisini söyleyemeyen ve dahası annesi gibi sevgisini vermeyen bir kadına çekilen bir Marcel vardır 3. bölümde. Burada ayrıca insanların yine transaksiyonel analize ait olan bağlanma türlerinden bahsetmek isterim. Bizler, bize bakım veren insanların, bize sağladığı ortamlara göre bağlanma şekillerine sahip oluruz. Bunlar:

Kaygılı Bağlanma: Partnerlerinize yakın olmayı seviyorsunuz ve büyük bir yakınlık kurabiliyorsunuz fakat yine de partnerinizin sizin istediğiniz kadar yakın olmak istemeyeceğinden korkuyorsunuz.

Kaçıngan Bağlanma: Bağımsızlığınızı ve özyeterliliğinizi sürdürmeniz çok önemli. Bu yüzden genelde özerkliği yakın ilişkilere tercih ediyorsunuz. Diğerleriyle yakın olmayı istemenize rağmen, fazla yakınlıktan rahatsızlık duyuyor ve partnerinizi hep belli bir mesafede tutma eğiliminde oluyorsunuz.

Güvenli Bağlanma: Bir ilişkide sıcak ve sevgi dolu olmak sizin için doğal. İlişkileriniz hakkında çok fazla endişelenmeden yakınlığın tadını çıkarıyorsunuz. (3)

Bundan bahsetme sebebim ise şemalar ve bağlanma şekillerinin iç içe olması dolayısıyladır. farklı bağlanma şekillerine sahip bireyler aynı şemaya sahip olsalar da farklı tepkiler gösterebilirler.

1. Bölümde terkedilme şemasının tohumlarını eken Proust aynı zamanda gözümüzün önünde kaygılı bağlanmanın da tohumlarını eker. Çocuk hep endişelidir. Hep kaygılıdır. Misafir geldiğinde annesini göremeyeceğinden ötürü kaygılıdır. Masada oturacağı fazladan dakikanın hesabını yapmaktadır. Annesi odasına gelmeden uyuyamayacak kadar kaygı doludur. İşte bu istikrarsız ortam çocuğa kaygılı bir bağlanma hediye eder. 3. bölümde de Gilbert ile olan ilişkisinde çektiği azabı buram buram hissederiz. İliklerimize kadar duyarız. Terkedilmekten korkan, sevilmediğini düşünen, Gilbert’ı kaybetmekten ölesiye tedirgin, ona yaklaşmak isteyen ama onu tamamen kaybetmemek için bunu yapamayan bir Marcel ile karşı karşıya kalırız. Bu ikilemler içinde ise yok olup giden ve yine bir psikanaliz tabiriyle kendini gerçekleyen kehanetle karşılaşırız. Marcel Gilbert’ı kaybeder.

2. bölüm Proust’un aslında benim düşünceme göre tüm kitabı yazma amacıdır. Zira Swann ve Odette aşkı ile vermek istediği tüm psikanaliz kuramlarının hepsini aynı anda verir Proust. Bu bölümde Swann’ın çocukluğunu bilememekle birlikte yetişkinliğinde kaygılı bir bağlanma stiline sahip olduğunu çözebiliyoruz. Odette yolculuğa çıkacağı zaman ki kaygılı bağlanan bir bireyde bu durum son derece tetikleyici bir unsurdur. Swann anlamsız bir kavga çıkarır ve kafasında belirlemiş olduğu süre boyunca-bu süre on beş gündür-bu dargınlığın sağlayacağı yararları elde etmek ister. Bu yarar ise Odette’ten daha fazla sevgi ve ilgi görmektir. Ancak kafasındaki süre bittiğinde ve Odette hala aramadığında (güvenli bölgeden çıkılmıştır ve tehlike çanları çalmaya başlamıştır) bir bahaneyle iletişim kurar. Kaygılı bağlanan bireylerde, partnerin çıkacağı bir yolculuk, ufak ayrılıklar, mesajlara geç yanıt verilmesi ciddi anlamda tetikleyici unsurlardır ve ayrılıkla eş değer niteliktedir (sayfa 286,287, 288) (2)

Swann’ın sahip olduğu terkedilme ve yoksunluk şemasını sayfa 285’te, değersizlik şemasını sayfa 289’un son paragrafında, kendini feda şemasını 2. bölümün genelinde Odette için yapmış olduğu herşeyde,  bağımlılık ve yapışıklık şemasını yine sürekli onunla olmak isteyen Swann karakteri boyunca, cezalandırıcılık şemasını sayfa 282’nin 2.paragrafında görebiliriz.

Sayfa 296’da Swann’ın kaygıları kontrol edilmediği için “…ilk cevaplarını tam anlayamamış gibi yapıp yeni bilgiler vermeye zorlardı onu…” onay arayıcılıkla birlikte 297’de kompulsiyonlara dönüşür ve artık tehlikeli bir hal almaya başlar.

Proust’un Swann’ın bir aşkı taslağı ile başlayıp, Marcel’in çocukluğu ve nihayetinde 3.bölümde Marcel’in Gilbert ile ilişkisiyle kitabı sonlandırmasının kuşkusuz bir bağlantısı vardı. Marcel ile Swann aynı şemalara sahiplerdi. Aynı bağlanma şekillerine sahiplerdi. 1. Bölümde Proust Marcel’in çocukluğu ile bize bu şemaların ve bağlanma şekillerinin rahme düşüşüne ışık tutuyor. 2. bölümde bu bağlanma şekline ve şemalarına sahip bir insanın aşkının peşinden koşarsa olacaklara ışık tutuyor. 3. bölümde ise, ya koşmazsa?…Ya korkarsa?…ya şemalarına ve çocuk egosuna teslim olursa diyor Proust. Yani, ya yetişkin olursunuz ya çocuk egonuzda hapsolursunuz karar sizin diyor. Evet karar sizin…

1-Freud, Sigmund. Arzu dürtü ve çatışmaları açığa çıkarma, İstanbul, Erasmus Yayınları, 2018, 57

2-Young, Jeffrey E. Ve Janet S. Klosko. Hayatı .yeniden keşfedin, İstanbul, Psikonet Yayınları, 2011

3-Levine, Amir Ve Rachel Heller. Bağlanma, İstanbul, Aganta Yayınları, 2017

Önceki yazı
RICHARD BRAUTIGAN—Bıg Sur’un Güneyli Generali
Sonraki yazı
ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞUNA DOKUNUŞ ‘OTOMATİK PORTAKAL’
keyboard_arrow_up