Romanın yazılma amacından başlayacak olursak, yazar bir edebi eser yaratmaktan çok aslında bir katedrali yıkılmaktan kurtarmak amacıyla bu eseri yazmaya karar vermiştir. Roman, yazıldığı dönem olan 19. yy’da, bakımsızlıktan şehir plancıları tarafından yıktırılmak istenen Notre Dame Katedrali’nin korunması amaçlamaktadır. Ktedral, şehrin ruhunun ve hafızasının sağlam kalması adına oldukça önemli bir yapıttır. Bu sebeple eserde mimari çok fazla detaya ve betimlemeye denk geliriz. Bu anlatımlarla katedralin, romanın başladığı dönem olan 6 Ocak 1482 tarihindeki mimarisini dahi gözümüz önünde canlandırabiliriz.
Victor Hugo, tarz olarak kitaplarında hep farklı bir disiplinle mücadele halindedir. Notre Dame’ın Kamburu isimli kitabında Tanrı-İnsan-Kilise disiplinleri arasındaki mücadeleye yer verir. Bu mücadeleyi de mimari motiflerle ilmek ilmek işler.
Kitaba Gringoire isimli bir filozofun katedralde gösteri yapmaya çalışma çabasıyla başlarız. Bu sahneler, içerisinde mühim simgeleri saklı tutar. Sayfa 24’te* giriş bölümü için sahneye çıkan aklı kıt olarak nitelendirilen oyuncuların üzerinde “brokar giysinin eteğine büyük harflerle BENİM ADIM SOYLULUK, ipek giysinin eteğine BENİM ADIM RUHBAN SINIFI, yün giysinin eteğine BENİM ADIM TİCARET, bez giysinin eteğine BENİM ADIM TARIM yazılmıştı” kısmı aktarılmıştır.
İlerideki sayfalarda oyunun bez kıyafetler giyen ve TARIMI temsil eden bir dilenci tarafından kesildiğini, daha sonra oyun alanına gelerek oyunu bölen kardinalin RUHBAN sınıfını temsil ettiğini, üçüncü olarak TİCARETİ temsil eden tüccar olan Coppenole tarafından oyunun kesintiye uğradığını ve son olarak teşrifatçı tarafından salona alınan Soylularca-ki bunlar zaten isimleriyle müsemma SOYLULAR sınıfını temsil ederler-oyunun kesintiye uğradığını görürüz. Sayfa 44’te* ise Coppenole’un “sayın baylar ve Paris’in derebeyleri, Tanrı şahidimdir ki burada ne yaptığımızı anlamıyorum! Şu köşedeki cambaz tiyatrosunun üzerinde birbirleriyle dövüşecekmiş gibi görünen kişiler var. Buna dini temsil mi diyorsunuz bilemiyorum ama hiç de eğlenceli değil; ağız dalaşı yapıyorlar hepsi bu…” diyerek konuşmasını devam ettirdiğini ve gösteriyi tamamen sabote ettiğini görürüz.
Burada Victor Hugo dönem vurgusunu o kadar zekice yapmış, mimari ile din kavramını öyle güzel dans ettirmiştir ki büyülenmemek elde değil. Evet gerçekten bu oyun sonlandırılamamıştır çünkü bu oyun o dönemin oyunu değildir. Jüpiter Roma tanrısı, Venüs Roma tanrıçasıdır ve oyunda Roma mimarisini simgelemektedirler. Dogma din kavramlarından sıyrılmaya başlayan halk için Meryem ana artık bir tanrıça değildir ve Meryem ana skolastik düşünceyi simgeler. Victor Hugo bu durumu bize romanda bir tüccar ile oyunu tamamen durdurarak tarihsel bir gerçeği betimleyerek ifade etmiştir. Zira gerçekten haçlı seferleri ve beraberinde gelen ticari gelişmelerle birlikte skolastik düşünce darbe almış ve 14.yy’da başlayan geç skolastik dönemle birlikte kilisenin gücü zayıflamış ve bu durum mimariye de yansımıştır. Yazar tam burada yine bir betimlemeden yararlanarak gerçeği örtülü şekilde okuyucuya aktarır. Oyunda yer verdiği Venüs ve Jüpiter’e yapılan atıflarla mimaride artık roma tarzı üslupları göremeyeceğimizi anlatmaktadır. Zira ne Venüs, ne Jüpiter ne de Meryem ana oyunun sonunu görebilmiştir.
Romanda bahsi geçen üç mekan vardır:
- Notre Dame Katedrali
- Eski Adalet Sarayı
- Greve Meydanı
Yazar bu yapıların her birinin mimari üslubuna detaylı bir şekilde değinmiştir. Haçlı seferlerinden sonra kilisenin dogmatik kalıplarına olan inanç zayıflamış ve artık insanlar, farklı topraklardaki farklı mimarileri ve felsefeleri keşfetmenin de etkisiyle tanrıyı bilim, felsefe ve simya düzleminde sorgulamaya başlamışlardır. Bununla birlikte keşfettikleri topraklardaki mimarilerle kendi mimarilerini karşılaştırma imkanı bulmuşlardır. Katedral yapımına birinci haçlı seferleri bitip haçlıların yurtlarına dönmelerinden kısa bir süre sonra başlanması bir tesadüf değildir (1). Bu keşif Hristiyan topraklarında mimarların o döneme kadar yapılarda o zamana dek varolan kalıpların dışına hiç çıkmadıklarını farketmeleriyle başlar. Daha önce Roma imparatorluğundan beri, gerek Roma mimarisi, gerek Bizans mimarisi olsun yapıların giriş kemerlerindeki geometrileri hep bir metamatiğe bağlıydı ve 12. yy’a kadar hiç sorgulanmamıştı.