Bir Hülya Adamı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Romanları

Sizin sahillerinizde o denize bakarak; o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım. Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum (Antalyalı Genç Kıza Mektup).

Türk edebiyatına çınar gölgesi sunan Tanpınar’ın serüveni için yazdığı bu cümleler şahsiyetinin nevi şahsına münhasır oluşuna en güzel örnektir sanırım. Şu an bu büyük yazarın eserlerini bizlere okuma fırsatı sunan; Dergâh yayınlarının emeğini ve bilhassa öğrencilerinin hocalarının eserlerine vermiş olduğu hassasiyeti de söylemeden geçmeyelim.

“Çocuklar, Türkiye’nin en önemli yazarlarından biri olmasına rağmen ihmal edilmiş, üstünde durulmamış Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bütün eserlerini neşredin. Bu dönemde önemi anlaşılamamasına rağmen gelecek yıllar onun değerini gösterecek ve kitapları satılacaktır (Mehmet Kaplan). Dergah Yayınevi’ne söylenen bu söz üzerine kütüphanemize şöyle bir bakalım, bizler gelecek yılların okuyucuları gerçekten de büyük yazarın eserlerine gereken değeri verebildik mi?

Ahmet Hamdi’nin yayınevinden bizlere ulaşan eserlerini konuşarak; bu dönemin okuyucuları olan bizler, eserlerin gereken değerini bir nebze olsun vermeye çalışalım.

Öncelikle birçoğumuz romanları ile yazarı tanımış olsak dahi; yazarımız kendisini şair olarak belirtmeyi tercih etmiştir. 37 şiiri bulunan üstadımızın döneminde tanınmasına vesile şiiri de “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” bu tercihinin haklı bir tezahürü diyebiliriz.

Günlüğünde, “Şiirim esastır. Fakat roman şöhretimi ve şahsiyetimi tesis edecektir. Birisi düşüncem, asıl estetiğim, öbürü asrımla temas noktamdır. Bu temas kendi estetiğimin içinden çıkmalı, bir anlayışın hayata tatbiki olmalıdır” diyerek asrı ile temas noktası olan romanlarına bakmak gerekirse;

Mahur Beste: Yazarın ilk roman denemesi olan bu eser 1944-45 yıllarında yayınlanır. Kitabın ismini ilk kez duyanlar aslında bu motife çok da yabancı değildir. Zira ‘Huzur’ ve ‘Sahnenin Dışındakiler’ romanlarında sıkça bahsi geçen bir noktadır mahur beste. Nehir roman kavramı kapsamında (nehir roman, birbirlerinden ayrı eserler olarak kaleme alınan fakat bazı ortak konuları, temaları ifade etmek için kullanılır) düşünebiliriz o halde. Bu eseri okuyacak olanlara dipnot; romanda olay, zaman olmadığının altını çizelim. Peki ne var diye soracaksınız. Tanpınar’ın kişiler üzerine derin analizlerini bulacaksınız.

Huzur: Bu roman kitaplığında yok ise “Huzur” un yoktur sevgili okur. Peki aldım okudum, huzura kavuşacak mıyım? İşte güzel bir soru, fakat cevabımız HAYIR. Çünkü bu roman aslında huzursuzluğun romanı. Okuyunca ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü: Sembolizmi şiirlerinde sıkça gördüğümüz yazarımız, bu kez bunu bize romanla sunmuş. Okumaya değmez mi? Ferdi meseleler ışığında toplumsal problemlere ışık tutan, medeniyet çıkmazını saatin tik-takları ile bize sunan muazzam bir eser. “Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır”. Saatlerimizi üşengeçliğe ayarlamadan; ayarlarımızı gözden geçirmek isteyenlere mutlaka okumalarını öneririz.

Sahnenin Dışındakiler: “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” Bu kez zamanın tam içinde mekanın tam dışında bir eser ile bizlerle Tanpınar. 1920 yılları Anadolu işgal altında. Romanın ana karakteri Cemal; sahneyi (Anadolu’yu) bırakarak, sahnenin dışına (İstanbul’a) geliyor. Milli mücadele, ittihat ve terakki cemiyeti gibi temalarla yoğun bir anlatım sizlerle. Bu romanı okurken sahnenin dışında, sahnenin acısını içinizde hissedeceksiniz.

Aydaki Kadın: Siz hiç dörtte üçü bitmiş bir roman okudunuz mu? O halde buyurun sizlere Ahmet Hamdi’nin son romanı olan Aydaki Kadın. Öğrencisi Güler Güven’in evraklarının arasından düzene koyması ile okuma şansı bulduğumuz aşkın romanı. Müsveddelerden toparlama bir eser olduğunu, kitabı okurken aklınızdan çıkarmayınız. Zira yer yer eserde kopuklukların olması kafanızı karıştıracaktır. Ben neden yarım bir roman okuyayım, diye kendinize soruyorsanız hemen söyleyelim. Romanın teknik ve yazım dili olağanüstü. 1950 dönemi, tek bir sahne üzerine kurgulanmış bir anlatım (bir akşam daveti)

Eserde; aşk, sanat, siyaset ve İstanbul… Üstadın ömrü vefa etmediği için tamamlayamadığı eserinin edebiyatımıza son dokunuşları. Sizce de okumaya değmez mi?

Önceki yazı
Huzur (Ahmet Hamdi Tanpınar)
Sonraki yazı
Gazap Üzümleri – Umuda Yolculuğun Hikayesi
keyboard_arrow_up