Huzursuzluğun romanı Huzur, iç nizamı aramanın hikayesidir. Mümtaz roman boyunca kendisini huzura kavuşturacak bir iç nizamı arar. Eserin içerisinde hastalık, ölüm, tabiat, medeniyet, sosyal meseleler, çeşitli ruh halleri ve özellikle estetik fikri çok yoğun hissedilir. Bununla beraber roman boyunca hâkimiyetini hissettiren Mümtaz ile Nuran’ın aşkları merkezde yer alır. İstanbul ise bir şehir olmanın ötesinde, bir roman kahramanı gibi ele alınır. Ayrıca Mümtaz ile Nuran’ın yaşadığı aşkın en önemli şahididir. Huzur, Tanpınar özelinde henüz bir hayat nizamına kavuşamamış, Cumhuriyet aydınlarının huzursuzluklarını yansıtıyor diyebiliriz. Bazı düşünürlerimiz ve aydınlarımız Batılılaşma ile ahlaki yozlaşmayı hemen hemen eş anlamlı sayarlar ve bir yerde, Batı-Doğu karşıtlığını, maddi değerler ile manevi değerler karşıtlığına indirgerler. Tanpınar ise, dünyaya estetik açıdan baktığı için, böyle bir karşıtlık görmez. Ona göre karşıtlık, gerçek olanla sahte olan arasındadır. Tanpınar’ın görüşüne göre Müslümanlık temelde estetik bir sorun. Onu ilgilendiren, bütün Müslüman uluslar için akideleri ortak olan soyut bir Müslümanlık değil, sanat eserleri ve hayat şekilleri haline gelmiş, bize özgü, taklit olmayan somut bir Müslümanlık.
“Ben bir çöküşün estetiği değilim. Belki bu çöküşte yaşayan şeyler arıyorum. Onları değerlendiriyorum.”
Örneğin; Başka bir müslüman ülkede Ramazan ayında iftarla ilgili çeşitli alışkanlıklar olabilir. Biz de müslüman bir ülke olarak aynı alışkanlığı benimsemek zorunda değiliz. Bazı lokantaların amme hizmeti olarak bedelsiz iftar vermesi ya da kurulan iftar çadırları bizim estetiğimizi temsil eder.
Huzur, Mümtaz’ın bir masal dünyasına benzeyen, güzelliklerle dolu cennet hayatı ile, ezilmiş insanlarla dolu, acılı gerçek dünya arasındaki huzursuzluğunu, yani bir küçük burjuva aydınının estetizmde bulduğu kişisel mutluluğu ile topluma olan sorumluluğu arasındaki bocalayışını dile getiriyor. Tanpınar, Mümtazı toplumsal ve siyasal yükümlülüklerini üstlenen olumlu bir kahramana dönüştürerek kolay bir çözüm yoluna gitmez. Bu huzursuzluk Mümtaz’ın kaderidir, çünkü bulunduğu ikilemden kurtulamayacağını bilir.
“Birinden birini seçmek lâzımdı. Fakat Mümtaz ikisinin ortasında sonuna kadar sallanacağını biliyordu. Ne ferdi saadetinden vazgeçebilecek, ne de etrafındaki hayatın korkunç icabını unutacaktı.”
Bu ikilem ve çatışma Mümtaz’da bir bunalım yaratır. Estetik değerler ile sosyopolitik değerler çatışmasının yarattığı bunalım. Duygusal yaklaşımları bir rüyayı andıran niteliktedir. Mümtaz’ın bu iç dünyasını bütün özellikleriyle seyrederiz romanda.
Huzur’un otobiyografik bir roman olduğunu da söyleyebiliriz ancak Tanpınar hikayeyi üçüncü kişi ağzından anlatarak, romanı kendinden uzaklaştırmıştır. Huzur’un 2. Dünya savaşından 24 saat önce başlaması kitabın sonu ile ilgili güzel bir bağlantı kurmasına sebep olmuştur. Bazı bölümlerde ise geriye dönüşlerle anlatı daha zengin bir hâle getirilmiştir. Bu geriye dönüşler bizi Mümtaz’ın dünyasına sokmak için kullanılmıştır. Sıkıntılı ve kasvetli bir duygu ortamı yaratılmıştır. Bu ortamda yaklaşan savaş tehlikesine çok az değinilmiştir. Mümtaz daha çok yaşamın anlamı nedir? Sanat ve aşkın yaşamda yeri nedir? gibi sorularla ilgilenmiştir.
Nuran’ın çocukluk yıllarında musiki ile ilgilenmesi, halk müziği oyunlarını bilmesi de kitabın ilerleyen bölümlerinde Mümtaz’ın estetik düşüncesine karşılık gelecek ve Nuran’a aşık olmasına sebep olacaktır. Nuran ile olan aşk, tüm güzellikleri kavramada bir araç rolü oynar. Bu aşk bir anlamda yaşama estetik açıdan bakmanın Mümtaz için ne kadar büyük bir değer taşıdığını anlatır.
Mümtaz’ın huzursuzluğu daha erken, yani çocukluk yıllarında başlar. Babası öldürülmüş, evleri yandıktan sonra ise annesiyle beraber doğup büyüdüğü yerden uzaklaşmıştır. Doğal olarak bu yaşadıkları ilerleyen yıllarda Mümtaz’ın hayatında derin izler bırakmıştır. Belki bir nebze yaşayacaklarının provası ya da yetişkin olduktan sonraki ruh halinin temelini oluşturdu diyebiliriz. Mümtaz’ın yetiştirilmesi de bir Aydın’a yaraşır niteliktedir. Annesinin ölümünden sonra İhsan Bey ve Karısı Macide Hanım ile birlikte kalır. Galatasaray Lisesi’nde öğretmen olan çift, Mümtaz’ı da kendi çocukları gibi yetiştirir ve Galatasaray Lisesi’ni bitirmesini sağlarlar. Eğitimini tamamlayıp İstanbul’a döndükten sonra asistan olarak çalışmaya başlar.
Mümtaz’ın Nuran’la tanışması, roman içerisinde bir karakter Hâline gelen İstanbul’a ait bir simge ile başlar. Bir vapurda tanışırlar. Mümtaz’ın karmaşası bu durumda da devam eder. Çünkü Nuran, kendisini aldatan kocasından ayrılmış ve erkeklere olan güveni zedelenmiş bir kadındır. Nuran, Mümtaz’ın evlilik teklifini bu güven sorunundan dolayı kabul etmesine rağmen hayır demez ancak ağırdan alır. Bir süre sonra evlilik tarihi belirlenir ve bu esnada Nuran’a sevdalı olan Suat meydana çıkar. Kendini asarak ölümüne her ikisini de şahit kılar. Nuran bu ölümden vicdan azabı duyduğu için evlilik fikrinden vazgeçer. Eski kocası ile tekrar barışır. Mümtaz ise Macide Hanım ile İhsan Bey’in yanına döner. Bu esnada 2.Dünya Savaşı başlar fakat Mümtaz, savaştan çok kendi yıkılan dünyasında yaşamaktadır.
Huzur’u okutan şey muhtemelen Mümtaz’ın iç dünyasındaki çatışmadan ziyade, Tanpınar’ın dünyaya ve yaşama belli bir kültür düzeyinden, ince bir zevk ve duyarlılıkla bakışıdır. Dünyaya estetik açıdan bakmanın ve gerçekliğin daha karmaşık olduğunu anlatan bir romandır.