Çocuk kitapları… Eğer size okul öncesi çocuk kitaplarından bahsedecek olsam bu konuyla ilgili ünlü düşünürlerin söylemlerinden örneklerle, gerçek literatür bilgilerle makale tadında bir bilgilendirme yazısı yazabilirdim. Fakat çocukluk dönemi kitapları benim uzmanlık alanım değil. Sadece değer verdiğim alanlardan biri, bu yüzden birazdan söyleyeceğim şeylerin neredeyse tamamı benim kişisel yargılarım. Bu yazıyı bir deneme sayabiliriz.
Bunları söyleyerek bana gelecek “hiç bilimsel değil” “hani araştırma sonuçları” “kanıt istiyorum kanıt” cümlelerini ekarte ettiğime göre başlayabilirim. Düşüncelerim çoğunlukla kendi deneyimlerimden ve başkalarının aktardıklarından yola çıkarak oluştu. Sürekli de değişip gelişiyor. Her gün olmasa da her deneyimde yeni bir şey öğreniyorum; bazen sahip olduğum fikrin üzerine yeni cümleler ekleniyor, bazen de bir önceki fikir tamamen geçersiz oluyor. Bu yazıyı iki gün önce yazsaydım konusu bambaşka olacaktı ve o anki düşüncelerimi sonuna kadar savunacaktım. Şimdi ise bambaşka şeyleri savunacağım, hatta deneyimim o kadar taze ki bazı fikirlerim bu yazıyı yazarken yerli yerine oturacak.
Öncelikle çocuk kitapları ile ilgili en önemli gördüğüm kısmı açıklayacağım. Sizin de tahmin edeceğiniz üzere bu kitaplarda üç temel amaç vardır. Öğretmek, eğitmek ve eğlendirmek… Fakat okul öncesi kitapları ile çocukluk dönemi kitapları arasından teknik açıdan fark var. Okul öncesi kitaplarda mesaj direkt verilir. Tavşan paylaşmayı öğrenir, maymun arkadaşını kızdırmanın sonuçlarına katlanır. Çocukluk dönemi kitaplarında ise mesaj akıllıca gizlenir, açıkça verilmez. Çoğu zaman biz bile mesajı anlamakta zorlanırız. Hatta en az on kere duyduğum şekliyle “bu nasıl çocuk kitabı?” deriz. Bazı kitaplara “yetişkinler için çocuk kitabı” yakıştırması yaparız. Bir bakıma bu yakıştırma doğrudur da. Çünkü o tür çocuk kitapları, yani en iyileri, yetişkin olan bizlerin içindeki küçük çocuğa öyle ince bir dokunuş yapar ki kitabın derin felsefesi bizi sarsar. Fakat bu, çocukların kitapları anlamayacakları anlamına gelmez. Sadece sarsıntı bombası gibi aklın bir köşesine yerleşir ve tetikleyici ortaya çıktığında yani en çok ihtiyacımız olduğu anda patlayarak durumla baş etmemize yardım eder. Bu fikrimle ilgili birkaç örnek vermek istiyorum. Yeğenlerimden birine çok küçükken, anlamaz denilen yaşta Küçük Prens’i okumuştum. O zamanlar sıradanlığın çok uzağındaki Küçük Prens karakteri ile yaratıcılığının gelişmesi benim için yeterli bir kazanımdı. Fakat 3-4 yıl sonra başka şehre taşınıp ondan ayrılacağımı söylediğimde saatlerce tek bir yorum yapmadı. Benimle de konuşmadı. Onu terk ettiğimi düşünerek kırılmıştı. Arabadaydık ve gökyüzündeki yıldızları izliyordu. Bir anda yüzünde aklına muhteşem bir fikir gelmiş bilim adamı parıltısı oluştu. “İkimiz de şu yıldıza bakacağız ve gülen yıldızlarımız olacak.” dedi. Küçük kalbiyle ayrılıkla baş etmenin yolunu bulmuştu, hem de çok uzun zaman önce dinlediği bir kitapta çok da önemsemediği bir cümle ile… Ben asla terk etmiyordum, bir daha beni görmeyecek olsa bile düşündüğü anda orada olacaktım. Bombanın patlama anı ilk ayrılığı oldu. Şimdi düşünüyorum da küçük yaşımda sevdiğim insanları kaybettiğimde Küçük Prens’i okumuş olsaydım, acı daha katlanılabilir olurdu. Başka bir örnek de kendimden; Oz Büyücüsü’nü çocukken defalarca okudum, filmini sayısını unutacağım kadar çok izledim. Benim için tek anlamı sıkıcı şehrinden kurtulma hayalleri kuran Dorothy’nin isteğinin gerçekleşmesiydi. Yirmi yıl kadar sonra ağır ve uzun bir depresyon geçirirken kitaptan bir bölüm kendimce gerçeği kavramamı sağladı. Korkuluk beyin istiyor, teneke adam kalp… Hangisinin daha önemli olduğu hakkında tartışmaya tutuşuyorlar ve teneke adam “Bir zamanlar her ikisine de sahip biri olarak söyleyebilirim ki kalp her zaman beyinden daha önemlidir” diyerek tartışmayı noktalıyor. Dokuz yaşındaki ben için anlamı olmayan bir cümleydi. Fakat yirmi üç yaşındaki ben için çok uzun süre hazırda beklemişti. O ana kadar zekanın her şeyi çözebileceğini, bütün kötülüklerin cahillikten kaynaklandığını düşünüyordum. Duygular sadece hormonların dengesiyle değişen tepkilerdi, düşünceler üstündü. Ama hem duygularımın hem de düşüncelerimin donduğu depresyon anımda, yani bir zamanlar ikisine de sahip biri olarak hislerimin kıymetini anladım. Üzülmekten, korkmaktan, acıdan kaçmayı bıraktım ve hemen olmasa da bu düşüncenin başlattığı süreçle depresyonumdan düşünerek değil hissederek kurtuldum. Hiçbir kişisel gelişim kitabı bana bunu sağlayamazdı ya da Oz Büyücüsü’nü o yaşımda okuyor olsam bunun bir çocuk kitabı olduğu düşüncesi ile hayatıma katkı sağlayacak kadar önemli olduğunu düşünmezdim. Ama yapmıştı işte karakterimi oluşturan yapı taşlarından biri olmuştu ve ben zamanı geldiğinde bunun farkına varmıştım. Benim için çocuk kitaplarının ilk ve en önemli özelliği bu; ihtiyacınız olduğunda sizi kurtarmaya gelecek süper kahramanlar…
Ruhumuzu kurtarma özelliğinden sonra ikinci olarak çocuk kitaplarının hayatımızı nasıl yaşamak istediğimize karar vermemizi sağlamalarından bahsedeceğim. İlgisiz bir ailede büyüyen bir arkadaşım Roald Dahl’ın Matilda kitabı sayesinde o anlara katlandığını ve onlardan farklı olmaya karar verdiğini söylemişti. Öyle de yaptı, şimdi çok iyi bir işi var ve tanıdığım en iyi annelerden biri, tekrar tekrar okuduğu Matilda onun rol modeli oldu. Matilda başardıysa o da başarabilirdi. Eğer hareketli ve meraklı bir çocuksanız kendinizi “yaramaz, edepsiz” bir çocuk olarak görmeniz için toplum elinden gelen her şeyi yapar. Cezalar alır, aşağılanır, kötülenirsiniz. Ya merakınızı dizginler hayattan zevk almayan bir zombi ya da tavırlarınızdan vazgeçmeyerek toplum dışı problemli bir yetişkin olursunuz. Tom Sawyer’ı okuyarak ise kendinizi maceracı olarak görürsünüz ve bu özelliğinizi sever büyüyünce dünyanın en yüksek dağlarına tırmanma hayalleri kurarsınız. Belki de Alice Harikalar Diyarı’nda okuyarak “saçmalama, gerçekçi davran” kalıplarına inat yaratıcı hayal gücünüzü canlı tutmayı başarırsınız. Kitapların derin felsefelerini anlamasalar da hangi kitabın çocuğun hayatının parçası olacağını bilemezsiniz. İnsanlara karşı tutumunuzdan, mesleğinize kadar her şeyi etkileyebilir.
Üçüncü olarak bazı çocuk kitapları da hayatın karanlık yüzünü bize bir çocuk gözüyle gösterir. Bundan iki gün önce olsa “hayat zaten çok fazla zorluk çıkaracak, bir çocuk acıyı bu kadar erken öğrenmemeli” der ve buna sizi ikna etmek için elimden geleni yapardım. Fakat yeğenimle yaşadığımız bir olay fikrimi temelden değiştirdi. Birlikte kenar mahalle kanallarından birinde çıkan 1975 yapımı Kuma filmini izliyorduk. Kaliteli bir aktivite değil ama maalesef sürüklendik. Filmde Fatma Girik kuma almak için altınını satıyor. Kuma almasını kabullenmesi zaman almıştı ama başlık parası olayı onu daha çok şaşırttı. Kadınların bir mal gibi alınıp satıldığını öğrenince gözleri kocaman oldu. Burada erkek çocuğunu hümanist yetiştirdiğimiz için gurur duymuş olsam da bir aydınlanma yaşadım. Biz ayağına taş değmesin diye pamuklara sarıp sarmalarken bir yandan da kötülük ediyormuşuz. Başlık parası için bu kadar canı yanan bir çocuk hayatın gerçeklerini öğrenmeye başladığında nasıl bir şok yaşayacak. Bahsettiğim şey çocuklara şiddet içerikli savaş sahneleri izletmek değil, onları korumak adına hayattan koparmamak. Ben ilk okuduğumda Pal Sokağı Çocukları’nın çocuklar için fazla acı olduğunu düşünmüştüm. Zorbalıkla soğuk suya atılıp ölen Nemecsek gereksiz yere canını yakacak derdim. Şimdi ise savaşı bir oyun olarak öğrenen bir çocuğun gerçek savaşla yüz yüze gelmek zorunda kalırsa bunu daha kolay kabulleneceğini düşünüyorum. Çocuklar bazı çocukların onlardan daha şanssız olduğunu eninde sonunda öğrenecek ama bunu bir gün televizyondaki bir haberle öğrenip sarsılmadan önce Şeker Portakal’ındaki Zeze’den öğrenmeleri daha sağlıklı geliyor. Ömer Seyfettin’in Beyaz Lale kitabını okuduğumda on iki on üç yaşındaydım ve iki gün öncesine kadar bunun bir ihmal olduğunu bu kitabın çocuklardan uzak tutulması gerektiğini düşünüyordum. Şimdi ise o kitabı okuduğum için mültecilerin neden her şeylerini geride bırakıp kaçtığını anlayabildiğimi düşünüyorum. Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balığındaki pelikanla hayatı boyunca onlarca kez karşılaşacak, bu gerçeği kötü bir deneyimle yaşamadan önce bir balıktan öğrenmesi daha sağlıklı değil mi? Ya da Bir Şeftali Bin Şeftali’deki bahçıvanların tek bir meyve için küçücük çocuklara yaptıklarını öğrenmeleri, kapitalizmin açlıktan öldürdüğü çocukları öğrendiklerinde hazırlıklı olmalarını sağlayacak. Bunun dışında bu tür kitaplar çocukların empati kanallarının genişlemesini de sağlayacaktır. Evet, tatlı kitaplar çocuklara karşındakini düşünerek davranmayı öğretiyor. Çocuk arkadaşının canını yakmıyor, çünkü kendini onun yerine koyarak bunun kendisini üzeceğini düşünerek ahlaklı davranıyor fakat empati bununla sınırlı kalıyor. Empatileri bu düzeyde kalıp yetişkin hayatına devam eden bir sürü insan tanıyorum. Çok sevdiğim bir Kızılderili atasözü diyor ki “Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi anca o zaman beni yargılayabilirsin” Çoğu insan bunu yapmayı başaramıyor çünkü empatileri “kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma” düzeyinde kalmış. Çocukken Şeker Portakalı’nı okumayan biri büyüdüğünde şiddete uğrayan çocuklarla empati kuramıyor umursamadan yürüyüp geçiyor. O acının ne olduğunu ilk ağızdan Zeze’den öğrenen bir yetişkin acıyı anlıyor. Ya da Momo’yu okumayan biri sokaktaki kimsesiz çocukları içten içe görüntü kirliliği olarak görüyor, okuyan onun hayatta kalma savaşında nasıl şekillendiğini hayal edebiliyor. Anne babasını çok seven ve onları kutsal gören bir çocuk dev şeftaliyi okuyunca eziyet eden Sünger Teyze ve Diken Teyzenin James’in Dev şeftalisi ile ezilmesine önce gülüyor sonra bazı anne babaların kutsal olmadığını keşfediyor. Çocuklarımıza iyi ahlakı öğretiyor onları güzel insanlar yapıyoruz ve bu harika bir şey ama kötü ahlakın varlığını bilmeden büyüterek onları hem savunmasız bırakıyor hem de duyarsız insanlara çeviriyoruz. Kimsenin canını yakmıyorlar belki ama canı yananlara yardım etmek bir yana görmemek için kafasını çeviriyorlar. Elbette ki tek neden kitap okumak ya da okumamak değildir. Fakat etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Son olarak bir yetişkin olarak neden çocuk kitapları okumamız gerektiğinden bahsetmek istiyorum. Her gün gazetelerde, haberlerde, internette dünya ile ilgili korkunç haberler alıyoruz. Klasikleri, romanları hatta bazen yer altı edebiyatını okuyoruz. Tarihi kitaplar okuyup şimdi yetmezmiş gibi bir de geçmiş için acı çekiyoruz. Dünya ile ilgili ciddi bilgileri öğrenmek için akademik sayılabilecek kitaplar okuyoruz. Ruhumuzu yıprattıkça yıpratıyoruz. Kararıyoruz. Sonra küçük prens geliyor, gülü için ölüp bitiyor, tilkiyle arkadaş oluyor, pilotu kendine getiriyor. Bir bakmışsın Dorothy, Oz diyarında muhteşem arkadaşlar edinip onlarla maceralara atılıp evine dönmek için maceradan maceraya koşuyor. Momo, zaman hırsızlarına rağmen hayatın kıymetini biliyor. Bay Fogg ve Passpartout, 80 günde dünyanın etrafında dönmeye çalışıyor. Nemecsek, arsalarını kurtarmak için boyunun on katı işlere atılıyor. Matilda anne ve babasına hadlerini bildiriyor. Kararan kalbimize bir ışık giriyor. Aldığımız nefes sanki daha serin, ferahlatıyor. Hayatımız boyunca koşmak zorundayız çocuk kitapları durup nefes alırken içtiğimiz buz gibi su oluyor. Bir de kim ne derse desin içimizde bazen öfkeli, bazen incinmiş, bazen de mutlu yaşayan bir çocuk var. O çocuğu öldürmek mümkün değil. Görmezden gelmek mümkün ama onu yok etmenin imkanı yok. Kahkaha atmanı sağlayan da, canın yandığında ağlamana yardım eden de, sinirlenince sesini yükseltmene sebep olan da içindeki çocuk. O çocuğu çok uzun süre görmezden gelebilirsin fakat bunu yaptıkça ya incinmişliği ya da öfkesi büyüyerek artar. Ya yaşlılık depresyonuna yakalanırsın ya da sokaktaki çocukları kıskanıp toplarını kesen ihtiyar olursun. Ama belli sürelerle incinen çocuğa sarılıp Zeze ve Boka ile ağlamasına izin verirsen, Matilda ve James ile beraber öfkesini atmasını sağlarsan ve Küçük Prensin yıldızlardan birinde attığı kahkahaya eşlik etmesine izin verirsen hayat daha çekilebilir olacaktır. Çocuk kitapları yaşamın molasıdır.