Yatağı buz gibiydi, içerisi oldukça soğumuştu, istemeye istemeye yatağından çıkarak üzerine kalın bir şeyler giydi. Sobanın yanına kıvrılmış Alman Kurdu kalktığını görünce belli belirsiz kuyruğunu salladı ve iç geçirdi, yanından geçerken köpeğin başını okşadı. Sobanın çaprazındaki teneke kutuyu alarak önceki geceden kalan közü boşaltmaya başladı. Bu işi yaparken çıkan sesten oldu olası nefret ettiği aklına geldi, önce annesinin, sonra ablasının sobayı iç gıcırdata gıcırdata temizledikleri de. Hüzünlendi, o tanıdık yumru yine boğazına oturmuştu. Köpek o esnada ayaklanarak gerindi ve sahibinin yanına sokuldu, o ise dünden hazır ettiği odunları sobaya düzgün bir biçimde dizdi, en altta kalanlarının ortasındaki boşluğa bir parça lastik yerleştirerek çakmağıyla yakıverdi. Sobanın tamamen yanmasını beklemeden teneke kutuyu alarak odadan dışarı çıktı, içerisi ısınabilsin diye kapıyı arkasından kapamayı ihmal etmemişti. Köpek yanan sobanın yanında kalmıştı. Genişçe dikdörtgenden hol odadan da soğuktu, dış kapıya kadar yürüdü ve demir kapının zembereğinin yine donduğunu görünce bıkkınca iç geçirdi. Buzun açılmayacağını ve çakmağının gazını boşuna tüketeceğini bile bile elindeki teneke kutuyu tutmaya devam ederek çakmağın ateşini bir süre zembereğe tuttu. Nihayet aklındakini kabullenerek odaya geri döndü, içeri girmeden önce elindeki tenekeyi hâlâ tutmakta olduğunu fark etti, içinden bir küfür savurarak tenekeyi sertçe yere bıraktı, bir parça külün dışarı sıçradığını görünce holü az da olsa kirletmiş olduğundan bu kez kendine çıkıştı. Tozdan, kirden çocukluğundan beri nefret ediyordu. Eski bir yer bezi bularak holdeki lavaboya yöneldi. İçinden musluktan gelecek suyun donmamış olduğunu endişe ederek diliyordu ama dünkü gece çok soğuk olanlardan birisiydi ve su donmuştu, musluğu çevirdiğinde boğuk bir tıslama duyması dışında bir şey olmamıştı, aynı sonuçla karşılaşacağını bile bile tuvalet ve banyodaki muslukları da kontrol etti. Yine küfredecekti ki kendisini tuttu bu kez, küfretmenin bir işe yaramayacağını biliyordu, üstelik her zamanki gibi oldukça temkinliydi ve sobanın üzerinde önceki günden su bırakmıştı. Holdeki terekte bir maşrapa alarak yattığı odaya geçti, odunlar çatır çatır yanmaya başlamıştı, köpek halinden hoşnut görünüyordu, kapıyı açmak için de kullanması gerekecek olan sobanın üzerindeki su ise henüz yeterince ısınmamıştı. Soğuk suyu ibrikten maşrapaya doldurdu ve duvara yaslı leğeni yere koyarak yer yer delinmiş ve kimi yerleri kararmış temizlik bezini o suyla ıslattı, hole geri dönerek yerdeki külü temizledi ve tekrar içeriye girdi. Uyukladığını gördüğü köpeğinin üstüne eğilerek onu alnından öpüverdi, gözlerini açan köpek halinden memnun bir biçimde mırıldandı. İbrikteki suyun ısınmasının zaman alacağını bildiğinden üstündeki elbiseleri bir çırpıda sıyırarak yine pijamasıyla kaldı ve peykenin üzerine kurduğu yatağına geri tünedi, yatağına girer girmez hareketlerinin tamamını dikkat kesilerek seyreden köpeğine kısacık bir ıslık çaldı ve köpek de aynen onun gibi tek seferde yatağa çıkıverdi. Yorganı üstlerine örterek hâlâ çatırdamaya devam eden odunların sesiyle tatlı bir uykuya daldılar. Dışarısı şimdilik sessizdi, yer yer kuşlar ötüyor, su yatağının dışına taşan kısımları dışında donmamış nehrin şırıltısı işitiliyordu.
Birkaç saatlik uykudan sonra iyice ısınmış odada gerinerek uyandı. Kafasını ona çeviren köpeği ağzını genişçe açarak esnedi ve başını onun göğsüne koydu, köpeğine gülümseyerek onu üzerinden nazikçe ittirdi. Bir kez daha pijamalarını çıkarmadan gündelik elbiselerini giydi. Sobanın üstündeki ibrikten buharlar tütüyordu, istediğinden de fazla ısınmış olan ibrikteki suyu sobanın daha az sıcak olan fırın kısmının üzerine yerleştirdi. Bu odada da bulunan tahta terekteki kap kacağın arasından bakır bir kâse aldı ve suyu koyarken elinin yanmamasına dikkat ederek bir parça bezle tuttuğu kâseyi suyu idareli kullanacak kadar doldurdu. Çok zorda kaldığı, çeşmelerden akan suyun günlerce çözülmediği zamanlarda nehirden su çekiyordu ama bu kez suyun daha erken akacağını tahmin ediyor ve nehirden şu taşıma zahmetine katlanmak istemiyordu. Kışın sonları yaklaşıyordu, borularda donan sular uzun uzadıya donuk kalamazdı, yine de şiddetli kar yağışları devam ediyordu. Hole geçerek demir kapının zembereğine sıcacık suyu döktü. Sabaha nazaran hava az da olsa ısındığından buzlar da birazcık erimişti, belki çakmağın ateşi bile bu kez buzları çözmeye yeterdi ama o katlandığı zahmete değsin diye suyunu harcamayı göze almış ve adeta bir intikam hissiyle buzların kendilerini ele verişini suratındaki bir sırıtmayla seyretmişti. Kapıyı açar açmaz kesif bir soğuğun yüzünü okşaması karşısında kendisine geldi, üşümesinin ardından kapıyı gerisin geri kapattı. Yerde durmakta olan közleri görene kadar ne için orada olduğunu unutmuş gibiydi, yattığı odaya geri dönerek kalınca montunu üzerine geçirdi. O esnada köpeği ayaklarının önünde dolanmaya, gözlerini ona dikerek tiz sesler çıkarmaya başlamıştı, ona gülümseyerek eğildi ve başını şakayla karışık sertçe okşamaya başladı. Köpek neşeyle havlarken ağzındaki salyalar akıyordu. İkisi birlikte hole geçtiler, köpeğin yerdeki beslenme kabına tahta tereğin en alt bölmesinde bulunan kahverengi un ve kepekten biraz doldurdu. Kabı, bu iş için kullanıldığı üzerindeki yal kalıntılarından belli olan, bir bez parçasıyla tutarak sıcacık suyla doldurdu ve yine üzerinde donmuş besinler bulunan kalınca, kabuğu bıçakla soyulmuş, kısa bir sopa yardımıyla bir güzel karıştırdı, işini bitirir bitirmez yine hole çıktı ve kabı her zamanki yerine bıraktı. O bunu yapar yapmaz köpek büyük bir iştahla o günkü yemeğini yemeye başladı. Köpeğe derin bir şefkat hissiyle bakarken yapması gereken iş tekrar aklına geldi. Yattığı odanın kapısını kısa bir anlığına da olsa açık bıraktığından içerisi soğuyacak endişesiyle bu kez sesli bir biçimde ama sinirlenmeden kendisine küfretti. Kapıyı böyle durumlarda açık bıraktığında aklına bu sefer de olduğu gibi çoğunlukla ölmüş babaannesi ve onun azarlayan ses tonu gelir; zor zamanlar geçirmiş, fakirlik yaşamış insanlara özgü sertlik ve katılığa sahip kadını yine de sevdiğini bilerek, özlemle anardı.
Nihayet dışarı çıkabildi, dışarısı oldukça soğuktu ve hava bozuyordu, gökyüzündeki bulutlardan kar yağacağını anladı, gözünü uzaklara diktiğinde ise kar yağışının çoktan başladığını gördü, yağış bir tipiye benziyordu ve muhtemelen birkaç saate bulunduğu yere ulaşırdı. Bunu fazla sorun etmeden evinin bitişiğindeki, çöplerini attığı ve çöpler yeterince biriktiklerinde içinde onları yaktığı, çukurun başına geldi. Tozu üzerine gelmesin diye ağzı tamamen dolu olan teneke kutuyu bir harekette ters çevirdi ve tabanından tutarak onu yavaşça havaya kaldırdı. İşini bitirdiğinde elinde teneke kutuyla biraz hava almak istedi. Hava ne kadar soğuk olursa olsun kafasındaki, yıllarca kullanabilmiş olmasından her zaman memnun olduğu, beresi ve en az onun kadar eski ama dayanıklı kapkalın montuyla pek fazla üşümüyordu. Biraz yürüyüp tertemiz kır havasını içine çekerek evini çevreleyen çam ağaçlarının arasına dalmışken kasıklarındaki kasların gerilmiş olduğunu ufak bir ağrıyla fark etti, teneke kutuyu bir yana bırakıp yerdeki karlarla elindeki közleri silerek oracıkta işemek dürtüsüne engel olmadı. İşediği yerdeki karlar boğuk bir ses çıkararak eriyor, eriyen karlarla birlikte buğusu yükselen idrar zemine ulaştığında ise ses cılız bir şırıltıya dönüşüyordu. Ellerini tertemiz karlarla silip rahatlamış bir biçimde eve geri döndüğünde yerde ortasında çamur bulunan sararmış karların olduğu bir yuvarlak oluşmuştu.
Holü geçip odanın kapısını açtığında Alman Kurdu’nu kendisini beklerken buldu, köpek gözlerini önce ona doğrultuyor, ardından ise kafasını dışarı yöneltiyordu. Kapının önünden çekilerek köpeğin hole geçmesine izin verdi ve sonra demir kapıyı da köpek dışarı çıkabilsin diye açtı. Arkasından bir süre bakınarak demir kapıyı tekrardan kapattı ve odaya girdi. Duvara yaslı leğeni yere koydu ve terekten bir maşrapa aldı, artık ılımış olan ibrikteki sudan elindeki maşrapaya doldurdu. Yine terekte bulunan sabunluktan sabun alarak, maşrapayı bacaklarının arasında tutup elini sabunlamaya başladı. Ellerini tamamen yıkayamadan maşrapadaki su bitmişti, sabunlu ellerle maşrapayı tutarak ibrikten tekrar su doldurdu ve önce ellerini durulayıp ardından maşrapaya bulaşmış sabunu temizledi, maşrapayı tekrar bacaklarının arasına sıkıştırarak avuçlarına doldurduğu ılık suyu yüzüne çarptı, yüzünden sobaya sıçramış olan bir miktar su sobanın cızırdamasına sebep olmuştu. Elini yüzünü maşrapa kullanarak yıkamayı oldu olası hiç sevmemişti, duvarda asılı havluyla kurulandıktan sonra sobanın üzerine çaydanlık koydu ve çay demledi. Daha sonra holde bulunan buzdolabından birkaç seferde odaya kahvaltılık taşıdı, sobanın yanına örtü serdi, örtünün üzerine sini koydu ve sonra kahvaltılıkları sininin üzerine dizerek kahvaltısını yaptı.
Yerdeki dağınıklığı toparladıktan sonra bir bardak çay daha doldurup peykenin üzerine kurularak dışarıyı seyretti, tipi henüz bulundukları yere varmamıştı, sabah ilk uyandığında buz gibi olan oda o an sıcacıktı ve içi geçerek oturduğu yerde uyuklamaya başladı.
Uyandığında birkaç saatin geçmiş olduğunu kapının üzerindeki duvara asılı saate bakarak fark etti, yavaş yavaş kendisine geldiğinde köpeğin dışarıda olduğunu anımsadı, dışarıya baktığında ise endişelendi bir anda, tipi başlamıştı.
Giyinip dışarı çıktı, göz gözü görmüyordu, o gün közü dökmek için bir çırpıda geçtiği yollardan zorlukla yürüyebiliyordu, ortalıkta hiçbir iz yoktu. Bir süre daha yürüdükten sonra sabah işediği yere geldiğini fark etti, üzeri yağan yeni karlarla kaplanmış sarı karlardan çok az kalmıştı. Yürümeye devam etti, çok geçmeden kesik kesik iniltiler duymaya başladı. Sesin kaynağına ulaştığında Alman Kurdu’nun karnının boydan boya üç şerit hâlinde deşildiğini gördü. Başı zonklamaya başlamış, gözyaşları gözlerine akın etmişti, köpeğin kafasını tutarak donuk bakışlarına baktı, sabah alnından öptüğü yer kana bulanmıştı, yüzünü köpeğin kafasına dayayıp bir süre öylece kalakaldılar, yüzündeki göz yaşlarına köpeğin ılık kanı bulaşmıştı, sessizce bir müddet daha ağlamaya devam etti, gözyaşları dinene kadar inleyen köpeğin yanında ona sarılır biçimde durdu, her tarafına kan bulaşmıştı.
Sessizce ayağa kalktı, devam eden tipiyi umursamıyordu artık, ne yapması gerektiğini bildiği için ağır bir üzüntüden başka hiçbir şey hissetmiyordu. Eve dönerken öyle hafiflemişti ki bazı anlarda rüzgar onu uçurabilecek gibiydi, böyle anlarda içinde duyduğu acziyetten ötürü yeniden birkaç kesik hıçkırık koyuveriyordu. Demir kapıyı zembereğinden açarak savurdu, odaya girdi, tereğin yanına asılı tüfeği aldı, montunun ceplerine ihtiyacından da fazla mermi doldurdu, iki mermiyi tüfeğe koyarken elleri titriyordu, çıkarken odanın kapısını kapatmadı, aklına babaannesi geldi tekrardan yine ağladı ama bu sefer kapının açık kalmasını umursamadı, odanın soğuyacak olmasının artık bir önemi yoktu.
Köpeği bu sefer rahatlıkla bulduğunda iniltiler devam ediyordu, yere çöktüğünde köpeği çevreleyen ve devam eden tipiden ötürü yer yer silikleşmiş ayak izlerini gördü, yüzü tiksintiyle gerildi, gördüğü izlere peşpeşe tükürerek sessizce küfürler savurdu, köpeğe tekrar bakana kadar içi nefretten doğan bir güçle dolmuştu. Yerdeki izler birbirine karışmış ikizkenar üçgenlerden oluşuyordu, üçgenler her biri bir vücuda ait üç ayağın iziydi. Üçgenin tepesi olan ön ayak gerideki iki ayaktan daha küçüktü, bunun dışında üç iz de birbirinin aynısıydı. Bu canlılar dünyaya ilk geldiklerinde ve ilk vukuatlar görüldüğünde insanlar bu izlerin sahiplerine “ifrit” demeye başlamıştı. Yerdeki ayak izleri dünyadaki başka herhangi bir canlının ayak izine benzemiyordu, belki sadece bir canlınınki hariç; keçiler.
Köpeğin vücudunu kucağına almış vaziyette onu defalarca öperek biraz daha ağladı, ardından zavallı hayvanın daha fazla acı çekmesine izin vermeyerek kafasını karlara dayayıp ayağa kalktı, tüfeği defalarca öptüğü alna doğrultarak ateş etti, hayvandan sinik bir son inilti çıkıvermişti.
Uzaklardan insanın içini tiksinti ve korkuyla dolduran bağırtılar duyuldu, ses iki paslı demirin birbirine sürtüldüğünde oluşan gıcırtı gibiydi.
Dizlerinin üzerine çöktü, elleri titriyordu, kan ve gözyaşına bulanmış yüzünü buz gibi ısırıp duran tipide savrulması an meselesi gibiydi, kulaklarında atan kalbinden başka, kendisine hızla yaklaşan ayak sesleri de dahil, hiçbir şey duymuyordu. Sesler sanki dünyada yaşanmış en dehşetli savaşın en merhametsiz ordularının altlarındaki atların koşturması gibiydi. Tüfeğe daha hızlısı mümkün olmadan alabildiğine yavaş hareket ederek iki mermi koydu ve tüfeği yüzüne doğrulttu, tetiğe bastı.
Patlayan kafatasının parçaları ve kanı arkasında bulunan, bir bölümü karla kaplı, mavi ladin ağacına sıçramıştı. İfritler cesedinin başına vardıklarında mavi ladin ağacı kan olmuştu.
Görsel: Ice Storm, Lucia Garcia Corrales