Ruhsal rahatsızlıklarla mücadele ederken; en önemli araç, kendi çocukluk öykümüzün duygusal yönünü kavramak ve ona ulaşmaktır. Yıllarca terapi denilince akla gelen “Gel Çocukluğuna İnelim” cümlesi aslında psikoterapinin özünü oluşturmaktadır. Freud teorisinde, kişiliğimizin oluşumunun ilk altı yılda tamamlandığını belirterek, kendisine danışan birçok hastasında geriye dönüş olarak bu yılları tercih etmiştir.
Ruhsal rahatsızlıklar, çocukluk yıllarında yaşanan hangi sorunlardan kaynaklanmaktadır? Alice Miller kitabında, ruhsal rahatsızlıklarının nedeninin, gerçeğimizden kaçmak veya gerçeğimizden uzaklaşmak olduğunu belirtmektedir. Gerçeğimizden kaçmanın çok olası olmadığının yanı sıra ne yapmamız gerektiğini de şu cümleleriyle ifade eder:
“Gerçeğimizi biraz olsun değiştirmemiz olası değil. Çocukluğumuzda uğratıldığımız zararlardan sonra hiç yara almamış biri gibi de olamayız. Fakat yapabileceğimiz bir şey var. Kendimizi değiştirebiliriz, onarabiliriz, kaybolan bütünlüğümüzü yeniden kazanabiliriz. Bunu bedenimizde biriken geçmişte olanlara ait bilgilere yakından bakmaya, onları bilincimize olabildiğince yaklaştırmaya karar vererek başarabiliriz.”
Oysa gerçekler çoğumuzu korkutur. Fakat unutulmaması gereken nokta şudur ki; gerçekler öldürmez. İnsanları öldüren genellikle; bilinçli olarak yaşanınca gerçeği ortaya çıkaran duyguların bilinçten itilmesi, yok sayılıp bastırılmasıdır.
Duygularımızı neden itiyoruz, neden çocukluk döneminde içimizden gelen duyguları dilediğimizce yaşayamıyoruz? Küçük bir çocuk ancak onun duygularını kabul eden, anlayan birisi var ise yaşayabilir. Aksi takdirde Miller’ın da kitabında bahsettiği “Sahte Benlik” ile yaşayan yetişkinlere dönüşürüz. Kitapta sahte benliği bir danışanın örneğinden yola çıkarak açıklamaktadır Miller:
“Kurt, annesinin sevgisini elinde tutabilmek için öfkesini ve öfkesi ile birlikte kendi ruhunun bir parçasını da öldürmüştür.”
Ebeveyninin istemediği duyguları yaşamayan çocuk, ruhunun bir parçasını yavaş yavaş yok etmekte, kendi ruhundan ve bedeninden uzaklaşmakta sonucunda da sahte beninin rolünü oynamaktadır. Sahte benliği ile yaşayan bireyler, duygularına göre hareket etme gücü elinden alındığı için giderek duygularına güvenemez. Gerçek ihtiyaçlarını bilemez ve kendisine yabancılaşır. Yani çocukluğunda anne/babasının evinde çektiği yalnızlığını şimdi kendi içindeki yalnızlığı izlemektedir.
Peki psikoterapi bize nasıl yardımcı oluyor? Bu kadar girizgâh sonrası yavaş yavaş psikoterapinin rolünü, kitap bağlamında açıklamaya çalışalım. Psikoterapi ekollerinin tümü kaybolan çocukluğumuzu geri getiremeyeceğimizi onaylamıştır. Ancak psikoterapi ile “Gerçeğimizdeki çelişkileri fark ederek, çocukluğumuzun yasını tutarak, duygu dünyamıza yetişkin düzeyinde geri dönebiliriz.” Yöntemsel farklılıklarının yanı sıra tüm terapi ekollerinin ulaşmak istediği nihaî hedef; geçmişin yasını tutarak, yetişkin duygu dünyamıza dönmektir.
Elbette şu soruyu soranlarımız da olacaktır; Ben neden eski defterleri açayım, neden psikoterapiye yönelerek o acıları tekrar yaşayayım? Burada tekrar Alice Miller’in açıklamasına bakıyoruz:
“Ne kadar fazla eski itilmiş duygu bilince çıkarsa bunlardan ne kadar fazlasını yaşayabilirsek, kendimizi o kadar güçlenmiş, o kadar bütünleşmiş hissederiz. Nihayet, terapinin belli bir evresinde artık kazandığımız bu güç ve bütünlük ihtiyacı ile ilk çocukluk yıllarının duyguları ile yüzleşerek temeldeki çelişkiyi ve o zamanki çaresizliğimizi bilinçli olarak yaşayabilecek duruma geliriz ve bu yaşantı öz güvenimizin güçlenmesine yol açar.”
Terapi sürecinin işleyişi hakkında kısa bir bilgi vermek gerekir ise terapide ilk olarak acı veren semptom ve semptomların anlamına odaklanılır. Sonrasında o acıların neyi temsil ettiğine bakılır. Sürecin devam eden kısmında ise çocukluk yıllarında oluşan düğümlerin yetişkin bilinci ile çözümüne başlanır.
Kitabın ilk kısmı olan “yetenekli çocuğun dramı nedir?” ve “psikoterapiye giriş incelemesi” sonrasında, Alice Miller, yetişkinlerdeki patolojilerin derin incelemesine geçiş yapıyor. Narsistik yapılar, bunalımlar, çocukluk yaralarının devamını örnek vakalar ile bizlerle paylaşıyor.
Psikoloji ile ilgilenen, okumalar yapan ve özellikle bu alanda çalışan tüm bireylerin başucu kitabı niteliğinde olması gerektiğini düşündüğüm bu eser hakkındaki düşüncelerimi Alice Miller’ın kitabında paylaştığı son sözü ile bitirmek istiyorum:
“Yıllarca kendi çocukluk öykümün üzerindeki örtüyü tümüyle kaldırabilmenin yollarını aradım ve sonraları bunun ulaşılması olanaksız bir hedef olduğunu kavradım. Bu her şeyi çözme saplantısından vazgeçtikten sonra, önümde yepyeni yollar açıldığını ve yeni perspektiflerin belirdiğini gördüm.”