Ortalık ana baba günüydü. Açlıktan kokmuş ağızların oluşturduğu kalabalık hep bir ağızdan bağırıyor, pankartlar dünyaya duyurulamayan işçi sınıfının sesini duyurmaya çalışıyordu. Kalabalık bir grup tarafından tutulan büyük bir pankartta “Kapitalizm artık işlemiyor, daha iyi bir dünya mümkün” “Capitalism isn’t working. Another world is possible” yazıyordu. İnsanlar göğüslerine veya sırtlarına yapıştırdıkları kâğıt veya bez parçalarında kendilerinden bahseden üç beş kelimeyle işverenlere iş aradıklarını haykırıyorlardı. Daha sonra başa iş açacak veresiye kavramı, o dönem “Bugün al yarın öde” “Buy today, pay tomorrow” afişleriyle halka destek olmaya çalışan esnafın yeni yolu olmuştu. Gösterilerde yaş sınırı yoktu. Çocuklar babalarına iş aramak için ellerine tutuşturulan küçük pankartlarda “Neden babama iş veremiyorsun?” “Why can’t you give my dad A job?” diye bağırıyor, kimisi ise bağıramıyor, bu pankartı taşımanın utancıyla kafası önünde bir an önce kalabalığın içinde kaybolmaya çalışıyordu. Bir yanda başlarında satılık tabelası “4 CHILDREN FOR SALE” temiz giyimli üç beş çocuk. Uzaktan gelen daktilo sesleri…//Washington Post, New York Times Manşet atıyor. 1929 yılının 23 Ekim’ini 24 Ekim’ine bağlayan gece Amerikan borsası çöküyor ve tüm dünyayı etkisi altına alacak kara Perşembe “Black Thursday” yaşandığı anda bu topraklardan çok uzakta, başka bir ülkede bir çocuğun ilk feryatları işitiliyor…
İşte Adalet Ağaoğlu kara perşembede, böyle bir dünyaya açıyor gözlerini. Böyle bir dünyayı yaşamak, yaşadıklarını anlatmak ve yazmak için görevlendirilmişçesine, mükemmel bir zamanlamayla şaşkın gözlerle ilk gözyaşlarını döküyor dünyaya. Sanki olacakları ve yaşanacakları daha ilk anda görmüş gibi…
Trt’de görevli olduğu dönem süresince toplumun bir yüzünü, yazdığı oyunlarla sahnede izlettiren Ağaoğlu, Trt’den ayrıldıktan sonraki 1970 yılından itibaren sadece yazarlığa odaklandı. Bu odaklanma ve yoğun çalışma 1973 yılında “Ölmeye yatmak” romanıyla ilk meyvesini verdi.
“Ölmeye yatmak” romanı, ardından “Bir düğün gecesi” ve “Hayır” isimli romanları da sürükleyen bir üçlemenin ilk kitabıdır. Pek çok roman anlatım tekniğini bir arada ustalıkla kullanması bakımından oldukça ses getiren bir roman olması açısından edebiyat dünyasında yankı yapan eserlerden biridir.
Kitap 1938 yılında Atatürk’ün son günlerinden itibaren ülkenin içinde bulunduğu süreci ve bu süreçte sıkışmış hayat hikâyelerini konu alır. İç çözümleme tekniği kullanılarak yazılmış ilk kitapta, kahramanların hayat hikâyeleri, duygu ve düşünceleri, okuyucuya yazar tarafından aktarılır.
Kitap bir otel odasında, yaşadıklarından sıyrılmak amacıyla ölmeye yatma kararı alan Aysel isimli başkarakterin ağzıyla anlatılan bölümlerle birlikte, Aysel’in hayatını etkileyen, Aysel’in hayatının içinde yer almış diğer hayatları da ayrı ayrı konu alır. Ağaoğlu ana karakterlerin, kişi tanıtımı anlatım tekniğiyle zihnimizde resmini çizdirir. Bu şekilde, olaylar yaşanırken okuyucunun imgelemesini kolaylaştırır. Bu teknikle, yazarın, hayatına yer verdiği her karakter hakkında gerek fiziksel özellikleri, gerek yaşam standartlarıyla ilgili zihnimizde bir çerçeve oluşur.
Ağaoğlu romanını oluştururken her bir üslubu göze çarpmayacak ancak ayırt edilecek kadar belirgin ve renkli bir düzen içinde kullanmıştır.
Aysel’in hayatını etkileyen en başkarakterlerden biri Aydın karakteridir. Bunun dışında Ali karakteri de ikincil bir karakter olarak romanda yerini almıştır. Aydın karakteri 3.kitapta da karşımıza çıkacaktır.
Aydın’ın günlükleri aracılığıyla sürekli dış monolog tekniği ile karşı karşıya kalırız. Bu teknikle kişi karşısındaki insana veya insanlara konuşma fırsatı vermeden (veya karşısında biri varmış gibi), tek taraflı ve uzun bir biçimde, sesli olarak konuşur. Aydın’ın, günlüklerinde bu eylemini somut bir şekilde ortaya döktüğünü görebiliriz. Aydın, konuşma dilinde yazmaktadır. “..C’est pourquoi bugün biraz malade’ım. Boğazım ağrıyor. Fransızca ders aldığım Madame Irene İstanbul’a gitti. C’est pourquoi bu hafta Fransızca derslerimiz aksadı. C’est pourquoi, ‘bunun için, bundan dolayı’ demek. Unutmayayım diye tekrarlıyorum…”*(sayfa 167) Görüldüğü üzere Aydın’ın günlüğünde sanki karşısında “niçin sürekli C’est pourquoi diyorsun” diye soran biri varmışçasına, kendi kendine diyalog kurarak günlüğünde bir dış monolog oluşturmaktadır.
Aysel’in otel odasında geçirdiği zaman süresince, aklından geçirdiklerini Ağaoğlu iç konuşma ve bilinç akışı yöntemiyle okuyucuya sunmuştur. İç konuşma ve bilinç akışının girift bir şekilde okuyucuya sunulduğunu görürüz. İç konuşma ve bilinç akışı arasındaki fark ise, iç konuşmada karakterin duygu ve düşünceleri belirli bir mantık sırasına göre giderken, bilinç akışında bu mantık ve duygu sırası bozulur. Karakterin bilincindeki düşünceler bütün karmaşıklığıyla okuyucuya verilir. “Oysa buraya fahişe gibi girdiğimi düşünmüştüm. Büyük bir oteldi ama. Büyük camlı kapısı vardı. Karşımda iki büyük devetabanı beni selamladı. Her şey güven vericiydi. Sanıyorum Daily News’ların durduğu ince demir çubuklu gazete sehpası. Adımı öğrenip saygısını belirten karşılayıcı da… Şimdi bu ses…Sanki ölümüm kirlenecek. Böyle garip bir tedirginlik. Ölümümü temiz mi kılmak istiyordum ben? Ona bir anlam mı yüklemek istiyorum….” *(sayfa 230). Bilinçakışı ile başlayıp, ölümünü temiz kılma düşüncesine takılıp iç konuşma ile biten bir paragrafa örnek. Adalet Ağaoğlunun bilinç akışı ve iç konuşma tekniklerini duygu durumuna paralel şekilde kullandığını düşünüyorum. Zira kahramanın duygu durumu ne kadar karmaşıksa düşünce akışı da o denli karmaşık oluyor ve buna paralel olarak yazar bilinç akışı tekniğini kullanıyor. Kahramanın duygu durumu dengeli ve stabilse düşünceleri de sakin ve dingin olduğundan yazar bu kahramanın düşüncelerini daha derli toplu ve düzenli bir aktarım tekniği olan iç konuşma tekniğini kullanarak okuyucuya aktarıyor.
Otel odasında otuzlarını süren Aysel, romanın yazıldığı tarihin içindedir. Bunun dışındaki bölümlerde yer yer Aysel’in çocukluğuna, yer yer duygusal ilişki yaşadığı öğrencisi Engin’in çocukluğuna gittiğimiz bölümlerle karşılaşırız. Yazar bu geriye dönüş teknikleriyle okuyucuyu romanda geçen her kahramanın hayat hikâyesinde bir yolculuğa çıkartır ve bu da romandaki hareketliliği sağlar. Hikâyede mektup tekniğinin de kullanıldığını görürüz.